Camino de Santiago: Kendimin Olmayan Bir Mezara Girmek İçin Uzun Bir Yol (1)
Camino de Santiago'yu yürüdüm! Hacı oldum!
Geçenlerde hayatımda unutamayacağım bir maceraya atıldım: Camino de Santiago'yu yürüdüm! Tek başıma! Öyle mahallede bir tur değil tabii; Fransa’dan başlayıp Santiago de Compostela'daki Aziz Yakup’un mezarına kadar uzanan tam 800 kilometrelik tarihi bir hac yolu bu (Gerçi ben 210 kmsini yürüdüm, o ayrı).
Bunu 3 yazı halinde anlatmaya karar verdim. İlki biraz daha teknik. Yol nedir, nerede kalınır, yanımıza ne alınır vs vs (kendi Fransa rotam deneyimimce yazdım, farklı rotalar için gerçeklik değişebilir). İkincisi: ben hangi etapları yürüdüm, nerelerde konakladım, tavsiye eder miyim? Üçüncüsü ise tek başına böyle bir yolculuğu çıkmak nasıl bir his, neler değişti, ben neden yürüdüm, bunu nereden duydum, yalnız yürürken korktum mu, günlüğüme neler yazmışım, ayinde rahibeleri nasıl delirttim -yanlışlıkla- vs gibi daha bireysel yolculuğum.
Camino de Santiago Nedir, Neymiş Bu Yol?
"Camino" İspanyolca'da "yol" demek, Santiago ise İspanyolcası Saint (Aziz) “Tiago” , İngilizcesi James, Türkçesi ise Yakup olan İsa’nın 12 havarisinden birinin adı. Yani basitçe Aziz Yakup’un Yolu.
Hac yolu aslında. Ancak günümüzde insanların fiziksel meydan okuma için, hayatlarında ne yaptıklarını düşünmek için, bir deneyim olması için de yürüdükleri bir yol.
Hikayesi: Bir Çoban ve Yıldızların Peşinde
Efsaneye göre, İspanya'nın kuzeyinde yaşayan sıradan bir çoban, bir gece rüyasında gökyüzünde çok parlak ve belirgin bir yıldız gördüğünü fark etmiş. Yıldız, gece karanlığını aydınlatarak, adeta gökyüzünden yere bir yol çiziyormuş. Çoban, merak içinde yıldızın yere düşen izini takip etmeye başlamış. Rüyada yürüdükçe, yıldızın parlaklığı artmış ve sonunda onu Santiago de Compostela’daki Aziz Yakup’un mezarına ulaştırmış. Mezarın bulunduğu şehre “Santiago de Compostela” denmiş.
Santiago de Compostela ismi şu şekilde anlamlandırılır:
Santiago: Aziz James (Aziz Yakup anlamına gelir, Latince “Sanctus Iacobus”tan gelir ve İspanyolca’da “Santiago”ya dönüşmüştür).
Compostela kelimesinin kökeni tartışmalıdır, ama yaygın kabul gören yorumlardan biri Latince campus stellae ("yıldız alanı" veya "yıldızların tarlası") ifadesinden türediği yönündedir. Bu, efsanedeki yıldızların rehberlik ettiği keşfe atıfta bulunur.
Yani yıldızların yeryüzündeki iz düşümü üzerinde yürüyorsun (romantik :))
Tarihte Millet Neden Bu Yolu Yürümüş?
Orta Çağ'da insanlar bu yolu, günahlarından arınmak, cennete bir adım daha yaklaşmak ve ruhlarını temizlemek için yürürlermiş. Çünkü Santiago de Compostela'daki AzizYakup’un mezarını ziyaret edenlerin günahlarının affedildiğine inanılırmış. Yolun sonunda ise kendilerini manevi olarak yenilenmiş ve arınmış hissedermişler. Bunun yanında Camino, Orta Çağ'da bazen cezalandırma amaçlı da kullanılırmış. Suç işleyenler ya da toplum dışına itilmiş insanlar bu uzun yolu yürüyerek cezalarını tamamlamak ya da kefaret ödemek zorunda kalırmış. Yol o zamanlar uzun, meşakkatli ve tehlikeli. Gidip de dönmeyen, ölen kişi sayısı çok.
Neyse ki artık gayet güvenli bir yol.
Camino’nun Diğer Rotaları Neler?
Camino de Santiago dendiğinde tek bir yoldan bahsedilmiyor. Birden çok yol, aynı yerde, Santiago de Compostela’da, kocaman bir katedralde son buluyor. Avrupa’nın farklı yerlerinden mezarı ziyaret etmek isteyen kişiler zaman içinde farklı rotalar oluşturmuşlar:
Camino Frances: En popüler rota. Fransa'dan başlayıp İspanya boyunca 800 kilometre devam ediyor.
Camino del Norte: Sahilden gidiyor, biraz daha zorlu ama manzarası şahane.
Camino Portugués: Portekiz’den başlıyor, üzüm bağlarıyla dolu sakin ve huzurlu bir rota. Merkez ve kıyı rotası olarak iki yolu var. Genelde bir kombinasyonunu yaparak yürüyor insanlar.
Camino Primitivo: En eski rota, kısa ama dağlık ve doğal. Taş haçlar ve tarihi işaretlerle dolu.
Via de la Plata: Güney İspanya’dan başlayan uzun, düz ve sessiz bir yol. Roma dönemi işaretleriyle ünlü.
Başka Hac Yolları Var mı?
Evet, Avrupa’da farklı bölgelerde başka hac yolları da mevcut. Camino dahil, 3 ana hac yolu var dünyada. Diğer ikisi:
Via Francigena (Roma): İtalya’ya uzanıyor. Sembolü haç anahtarı ve antik Roma işaretleri.
Kudüs Yolu (Via Dolorosa): Kudüs’e uzanıyor, sembolleri haç ve zeytin dalı.
Bunlar dışında Norveç Japonya gibi yerlerde de farklı yollar var.
Yoldaki Semboller?
Deniz tarağı kabuğu: Camino’nun ikonik simgesi. Orta Çağ'da hacılar, Santiago de Compostela’dan bir kabuk alıp geri dönüşlerinde boyunlarında taşırlarmış. Kabuklar, hac yolculuğunu tamamladıklarının bir sembolü olarak kabul edilirmiş. Deniz kabuğunu su içmek için de kullanırlarmış. Hala günümüzde çoğu yürüyüşçü çantasına deniz kabuğu takıyor. Yolda, binaların üstünde, süslemelerde, mimaride bol bol görüyorsunuz yürürken.
Sarı Oklar: Yolumuzu kaybetmeyelim diye çizilmiş yön işaretleri. Genelde bir taş üstündelerdir ve Santiago’ya kaç km kaldığı da üstlerinde yazılıdır. Yol çok iyi işaretlenmiş, o nedenle kaybolmanız neredeyse imkansız.
Taşlar: Yolda yürüyen insanlar içsel ağırlıklarını temsilen yanlarında taşlar taşıyorlar ve bunlardan küçük sunak yerleri oluşturuyorlar. Bazıları milestone’ların üzerine yığılıyor, bazıları haçların altına, bazıları da random yerlerde tepecikler oluşturmuş şekilde duruyor. Kimisi bu taşı ta evinden yanında taşıyor ve yolda hafifleyip bırakıyor.
Haçlar ve küçük şapeller: Yolculara manevi molalar için duraklar.
Hacı Pasaportum Var!
Yol boyunca damgalanan küçük bir defter bu. Başladığın şehirden satın alabilirsin. Eczanesinden tut pastanesine kadar her yer satıyor bu küçük defterden (2 euro). Yol boyunca geçtiğin yerlerde damgalatman gerekiyor. Günde en az 2 damga alman lazım yolun sonunda sertifikanı alabilmen için. Ama endişelenme çünkü her yer HER YER damga sağlıyor sana. Sonunda Santiago’ya vardığında resmi hacı sertifikası “Compostela”yı alabilmen için kullanılıyor. Aynı zamanda albergue isimli konaklama yerlerinin bazıları da sadece pasaportun varsa girebiliyorsun. Eh bir yandan da güzel bir hatıra oluyor.
Sertifikayı alabilmek için yürüyerek 100 km, bisiklet ile ise 200 km yolu katetmek gerekiyor ve geçtiğin yolları damgaların ile kanıtlıyorsun (Evet sadece yürünmüyor, bisikletle, tekerlekli sandalye ile ve hatta atla yolu tamamlaman mümkün.)
Nerede kalıyoruz?
Kendi çadırında konaklayan kişilerle de tanışmış olsam çoğunluğun albergue denen hacı pansiyonlarında konakladığını söyleyebilirim. Bir nevi hostel aslında. Belediyeye ait olanları 10 euro, özel olanları 15-20 euro civarı. Bir dönem backpacking yapan ve yaklaşık 50 hostelde kalmış biri olarak hostelden bir iki farkı olduğunu söyleyebilirim:
Daha kalabalık: Genelde 20-30 kişilik odalar şeklinde. Biraz koğuş havasında. Bazıları devasa 150 kişilik (neyse ki kalmadım onlarda).
Odalar Karma: Kadın/erkek birlikte kalıyorsunuz. Hostellerin çoğunda sadece kadın olan ve karma olan odalar ayrılır (hiç sadece erkek oda görmedim mesela, olabilirdi bence, neyse konu bu değil.)
Tek kullanımlık yatak örtüleri: Kalanların çoğu 1 gece kalıp yollarına devam ediyor. Bu nedenle kullan-at çarşaflar alberguelerin ilk tercihlerinden biri. Kalitesi tartışmalı, pek yumuşak oldukları söylenemez. Üstüne örtmen için battaniyeler mevcut çoğu yerde, bazen 2 euroya kiralaman gerekebiliyor. Çoğu kişi yanında uyku tulumu taşıyordu hem daha temiz hem de konforlu uyuyabilmek için. Açıkçası uyku tulumu hem ağır hem de çok yer kaplayan bir eşya olduğundan ben “uyku tulumu çarşafı” denilen bir ürün tercih ettim. Yaz olduğu için çok kalın bir şeye ihtiyacım olmadı ve battaniye ile vücudum arasına temiz bir katman koymuş oldum (son güne kadar “allaam uyku tulumumu alsam mı???” diye ayılıp bayıldım, iyi ki almamışım!)
Giysi yıkama yerleri: Az eşya aldığın için her akşam yıkamak gerekiyor ki yarına temiz kıyafetlerin olsun. Çoğu alberguede kendi çamaşır yıkama/kurutma yerleri (5’er euro) ve elde yıkamak için leğen/lavabo vardı. Ben genelde elde yıkadım, arada biriktirip kurutmaya attım. Ohh o ne güzel koku valla!
Erken çıkış saati: Sabah 8-9 gibi odalardan çıkmak gerekiyor. Genelde insanlar 7 gibi yürüyüşe başladığı için makul saatler sayılır.
Çok daha basic: Hostele kıyasla çok daha gösterişsiz yerler diyebiliriz sanırım. Avrupa hostellerinden çok daha ucuz olmasından bunu anlayabiliriz.
Hacı menüleri: Özellikle şehrin içinde bulunmayan (yani dışarıda bir restoranta erişiminizin olmadığı) ve daha ruralda kalan alberguelerin kendi akşam yemeği menüleri oluyor (genelde). 15 euro civarı bir fiyata ana yemek, yan yemek, tatlı ve alkol veriliyor. Seni aç bırakmıyorlar.
Işık Kapama Saati: Saat 10-10:30’da ışıklar kapanıyor ve bundan sonra ses yapmak da kaba sayılıyor.
Herkes yürüyor: Bu, ortamın en güzel yanı!
Bazı albergue etikleri:
Çantanı yatağa koyma. Çünkü gün içinde her yere koyuyorsun, neyi yanında taşıdığını bilemezsin.
Ayakkabılarını dışarıda bırak. Bütün gün yürüdüğünüz ayakkabılarla dolu bir oda pek de temiz kokmaz.
Alarmını kısık sese kur. Sabah herkesi uyandırmana gerek yok.
Erken gideceksen eşyalarını gece hazırla ve çantanı yatakhanenin dışında düzenle. Evet, tekrar, sabah herkesi uyandırmana gerek yok.
Ranzanın alt katını yaşlılara, engellilere ver.
Aman Dikkat! Alberguelerdeki tek fobim tahtakurusu idi. Normalde hamamböceğinden korktuğumu sanıyordum sadece, yeni fobi eklendi :) Neyse ki hiç denk gelmedim ancak insan sirkülasyon fazla olduğu için, insanların başına gelen bir olay olduğunu ve bir albergueden bir sonrakine eşyalarla taşınmasının çok kolay olduğunu youtubeda duymuştum. Bu nedenle yatmadan yatağı iyice kontrol etme alışkanlığı edindim (geceleri bazen bir şey mi ısırdı acaba diye uyandığım oldu, uyuyamadım, kendi hüsnükuruntummuş ve kalacağım yerlerin mutlaka yorumlarını okudum.
Yeme İçme
Genelde kasabalarda kaldığım için etrafta dışarı çıkıp yemek yiyebileceğim çok fazla seçenek oluyordu. Bazı günlerde marketten alışveriş yapıp hostelde de pişirdiğim oldu. Bazı günler deniz tarağı yiyip (eh kabuğunu kullanıyorum sonuçta :)) şarap içtim, bazı günler et yedim (benim yürüdüğüm yolda çok fazla dana yetiştiriliyor, inanılmaz yağmur alan yeşillikli bir yer Galiçya bölgesi. O nedenle etlerin tatları bayaaa iyiydi. Abla sen vejeteryan??? ).
Yoklukta kalmayacağınızın temennisini vermek için yazdım.
Aynı zamanda yol boyunca da geçtiğim kasabalarda da kafeler vardı.
İspanya demek = deniz ürünü demek. Denize kıyısı olmayan yerlerde bile ?????.
Özellikle Galiçya bölgesine ait (Santiago’nun bulunduğu bölgenin ismi) popüler yemekler:
Pulpo a la Gallega (Pulpo a Feira): En ikonik yemek. Haşlanmış ahtapot dilimleri, üzerine zeytinyağı, deniz tuzu ve kırmızı biber serpilir. Genelde tahta tabakta servis edilir.
Zamburiñas: Küçük deniz tarağı. Izgara yapılır veya sote edilir.
Caldo Gallego: Galiçya usulü sebze çorbası. Genellikle lahana, fasulye, patates ve domuz eti içerir. Özellikle soğuk aylarda tüketilir.
Tarta de Santiago: Bademli geleneksel kek. Üstünde Aziz James haçı şekli pudra şekeriyle yapılır.
Çantamda Ne Var?
Çantanı yol boyunca taşıman gerekiyor. Yanına ne alıyorsan hep seninle. Çantanı yol boyunca taşımak başta eziyetli gibi görünse de aslında yolun güzelliği. İstersen çantanı taşıyan şirketler de var, günlük yaklaşık 4 euro. Bu durumda bir sonraki akşam nerede kalacağını önceden bilmen gerekli, bir araç gelip sabah toplayıp bir sonraki kasabaya götürüyor. Koca valizler taşıtanlara ya da yemek malzemelerini transfer ettiren Koreli hanımefendilere de rastladım ama kendi yükünü taşımak bence daha anlamlıydı. Neyi götürüp neyi götürmeyeceğini seçme süreci başlı başına bir maceraydı çünkü. Ama diziniz ağrır, bir sorun olur vs aklınızda bulundurabileceğiniz bir seçenek. Alberguenize söylerseniz ayarlarlar, şimdiden dert etmeyin.
Yanımıza ne almalıyız?
Mottomuz:
"Korkularını taşıma."
“Ya hava sıcak olur da şu gerekirse?”, “Ya ayakkabılarım ıslanırsa ve yedek ayakkabıya gerek duyarsam?”, “Ya çok üşürsem ve montum gerekirse?” Ya… ya… ya…
Hayatta kalmak için aldığın şeyler dışındaki her şey lüks sayılıyor. Çünkü dizlerine ve ayaklarına yol, su, elektrik olarak geri dönüyor her gram.
Sırtında 10 saat taşıyacaksın… ona göre.
Her gram, tekrar ediyorum, HER GRAM önemli.
Benim çantamdakiler:
2 tişört, 2 alt (eşofman ve tayt)
3 çift çorap (2 merinos yün -sıcak havada bile öneriliyordu, kalın olması demek değil yün olması. Ben inanılmaz memnun kaldım özellikle parmaklı çorabımdan çünkü sürtünmeyi azaltıyor = ayağın su toplamıyor , 1 normal çorap)
3 iç çamaşırı
Elbise (bunu lüks sayarak aldım, yürüyüş sonrası kasabada vakit geçirirken giyerim diye ancak günün sonunda gerekli çıktı. Genelde 2 tişörtümü de gün içinde değişerek giydim ve gün sonunda temiz giysim kalmıyordu. Gece yatarken de çoğu zaman elbise ile uyudum)
Polar
Yağmurluk / Çantaya yağmurluk
Şapka
Şal (Buff da alınabilir)
İlaçlar (Ağrı kesici, alerji ilacı, magnezyum, antibiyotikli krem)
Ayak bakım kiti (vazelin -ayaklarına sürüyorsun sürtünmeyi azaltmak için-, yara bandı, compeed -su toplayınca üstüne yapıştırıyorsun-, kendinden yapışkanlı sargı bezi -parmaklarını sarıyorsun sürtünürse çok-, pamuk, küçük makas)
Güneş kremi
Hızlı kuruyan havlu
Uyku tulumu çarşafı
Şarj cihazı, kulaklık
Göz maskesi, kulak tıkaca (önemli)
Yürüyüş ayakkabısı ve Birkenstock terlikler
Sırt çantası (26 L) / Bel Çantası
Suluk
Gözlük
Dizlik
Kitap, defter, kalem
Poşet -kirliler/ıslaklar için-
Bunların hepsi okul sırt çantası büyüklüğündeki bir çantaya sığdı ve 5 kilo yaptı.
Ben yanıma baton almamıştım çünkü uçağa sokamıyorsun (kabine), ancak son 3 gün dizlerim inanılmaz çok ağrıdığı için birinin batonunu ödünç aldım.
Dönüşte çantama baktığımda ne eksik ne fazla diye:::::
1- kesin baton götürürüm ya da inince oradan hemen alırım.
2- giysileri hızlı kuruyan kumaştan seçerim - bu kısım üstümde terli kalmasından çok giysileri akşam yıkadığımda sabaha çoğunlukla kurumamalarından dolayı :/
3- polar yerine daha ince bir ceket daha iyi olur.
4- uzun yağmur pançosu. Çünkü 5 saat yağmurda yürüyünce yağmurluk üstümü korusa da taytım, iç çamaşırım sırılsıklamken yürümek zorunda kaldım. Rüzgarla tatsızdı. Ama sadece bir gün başıma geldi ve orman sisle birlikte mükemmeldi diye çok takılmadım. Bir sonrakine çok ince bir tanesini çantaya atarım. (Tip: Ayakkabımının içine gazete koyunca daha hızlı kuruyor. Islanırsa ayakkabınız, gece gazete koymayı unutmayın.)
Buradaki en önemli 3 şey: çanta, ayakkabı ve çorap seçimi.
Ayaklarınız en iyi arkadaşınız. Onun iyi olması her şeyden daha önemli yolda. O nedenle rahat ettiğiniz ve off-roadda kullanabileceğiniz bir ayakkabı olması önemli. Ben deli gibi youtube videosu izlemiştim. Sonuç: herkesin görüşü inanılmaz farklı. Bir kısım trail runnerları çok seviyor (hoka marka çok popüler yolda), bir kısım daha trekking ayakkabısı tercih ediyor vs vs. Benim ayakkabım Salomon X Ward Leather GTX’di. Gitmeden “ayakkabım rahat değil, altı çok sert” diye tribe girip 35 ayakkabı sipariş ettim ama çok kullanmadığım bir ayakkabı ile yürümek çok daha tehlikeli diye hepsini geri iade ettim. Son ana kadar Skechers spor ayakkabılarımı mı götürsem diye evde sağa sola attım kendimi. İyi ki götürmemişim onları :) Ayakkabının ayağı kavraması ve tabanının iyi destek olması bayaaaaa önemli. Çünkü sırtında yük taşıdığın için taban eziliyor.
Yük taşıyacağınızı göz önüne alın ve genelde asfalt dışı yoldan gideceğinizi (bu dizinize ve ayağınıza inanılmaz iyi gelen bir şey). Şansınıza birini seçin. İmkanınız varsa bir 15 km yürüyün onlarla arazide.
Ama şunu söyleyebilirim ki benim boğazlı ayakkabıya ihtiyacım olmadı. Yürüyüş yapacağımı söylediğim HERKES “boğazlı ayakkabı al” dedi. Bana kalırsa dinlemeyin. Youtubeda deneyimlerini paylaşan insanları izlediğimde de çoğu ilk yürüyüşüne boğazlı ile katılıp sonra değiştirmiş. Çünkü engebeli arazide değilsiniz. Doğa içindesiniz, evet, ancak daha patika tarzı yollardan tırmanıp iniyorsunuz. Bileğinizi burkacağınız bir senaryo pek yok (bu hangi Camino’yu tercih ettiğinize göre de değişebilir ama).
Merinos yünü çorap aradığımı söylediğimde de çoğu kişi “yazın? yün?” dedi. Bunu kesin dinlemeyin. İstisnasız her izlediğim youtube videosunda ve blogda merinos yünü çorap önerilmişti. Hava alması, su tutmaması önemli. Pamuklu çorap nemli kalacağından dolayı tavsiye edilmiyor. Kışlık ve mevsimlik gibi ayrı ayrı satılıyor. Kışlık almayın yeter. Benim bir çorabım parmaklıydı, bu tercihten çok memnun kaldım. Denemenizi öneririm, naçizane.
Kabaca bu yol nedir, ne değildir bahsetmeye çalıştım. Kendi deneyimlerimi ve düşüncelerimi paylaştım. Umarım faydalı olmuştur.
Görsel Fragman:
Bir sonraki yazımda:
Ben nasıl planladım, hangi yolu yürüdüm, hangi alberguelerde konakladım (tavsiye eder miyim size de), yolu hangi etaplara bölerek yürüdüm detaylarından bahsedeceğim.
emeğine sağlık, korkularını taşımadığın nicelerine!
Üçüncü yazıyı sabırsızlıkla bekliyorum. 🙇♀️